bir noktadan sonsuz sayıda doğru geçer: Huzur... Hep ertelenen hedef!

Cumartesi, Mart 15

Huzur... Hep ertelenen hedef!


Bahar gelip yollara düştüğümde..
Gittiğim yerde içtiğim çayı, sesini dinlediğim rüzgârı köşemde anlattığımda...
Kıyıda kendilerini dalgaların kucağına bırakmış ağır ağır sallanan balıkçı teknelerine saatlerce baktığımı söylediğimde...
Diyorsunuz ki, “ohhoo huzuru bulmuşsun!”
Ya da
“doğaya dönmenin huzurundan” söz edenler de var aranızda,
sanki varsa eğer böyle bir dönüş, modern şehirli insan için iki gezi, üç tatille mümkün olabilirmiş gibi!Ben bu “durup bakma” ayinlerimden;
bu gerçekte kendimi dinlemeye odaklanmış minik yolculuklarımdan keyif alıyorum. Doğru!Bir yandan gaz pedalına basarken bir yandan da hayatımı “yavaşlatmayı” becermeye çalışıyorum. Doğru!Alttan alta İstanbul’daki dünyamdan kaçıyorum böylece. O da doğru!
Ama bunların huzur denen şeyle doğrudan bir ilgisi yok, olamaz.
Huzur...
Bir yerden kaçıp bir yere tutunarak yakalanmaz ki!Hatta huzurun “yakalanan” bir şey olduğundan hiç emin değilim!Eğer binlerce yıllık insanlık tecrübesinden, geleneklerden, bilge kişilerden azıcık bir şey öğrenmişsek eğer, o da şu değil mi?
Huzur...
Yakalanan değil,
“yaşanan” bir şey.
Huzur aynanın yüzü değil, sırrı...

Yıllar önce bu köşede bahsetmiştim Crispin Sartwel’in “Yaşama Sanatı” adlı kitabından, hatırlıyor musunuz? (Aman ha, o kılavuz kitaplardan, “Secret” benzerlerinden sanmayın bu kitabı; bildiğimiz sanat üzerine yazılmıştır.)

Ne diyordu Sartwel?
“İnsan bulaşıkları yıkarken yalnızca bulaşıkları yıkamalı! Bulaşıkları aceleyle, başımızdan savılacak bir iş gibi görüyorsak YAŞIYOR olmayız. Aklımız içeceğimiz çayda olduğu için kendimizi vererek bulaşıkları yıkayamıyorsak, kendimizi vererek çayımızı içebilme şansımız da olmayacaktır. Sıra çayımızı içmeye gelince de aynı şey olacak; bu kez başka şeyler düşüneceğiz. Bu hep öyle sürecek, her anımız sürekli gelecek tarafından yutulacak ve gerçekte hayatımızın bir dakikasını bile yaşayamıyor olacağız.”

Söyleyin bana, yaşadığımız hayat tam da böyle değil mi?
Peki böyle bir hayatta huzur mümkün müdür?
Ama “hep bir sonra atılacak adımın” hesabı içinde, hep kaçmak istenen ama mutlaka yapılacak işler listesiyle yaşayan insan huzur denilen şeyi tanıyabilir mi?
Demek istediğim o ki, huzurun tarifi değişebilir.
Ama hissi itiraf edelim ki herkes için aynıdır.
Ve o his bize şunu söyler: Huzur bir başka yerde, bir başka zamanda beklemez bizi; BURADA, BU AN’dadır, yaşanırsa böyle yaşanır.
Ama çevreme baktığımda şunu görüyorum.Huzur günümüzde sürekli ertelenen bir hedef haline gelmiş...Bu hatanın; yani “huzur” denen şeyi zamanı ve sırası gelince elde edilecek bir “başarı” gibi değerlendirmenin bedelini nasıl ödediğimize gelince...Çok açık!Ölüm, modern insana hep “huzur” dan önce geliyor!
Haşmet Babaoğlu

Hiç yorum yok: