
Bilinen klasiklerden gayrı, sorun ile soruna tepkimizin birbiri ile olan ilişkisi ya da daha doğru ifadesiyle ilişkisizliğine dönebiliriz. Ama önce sorun kavramı üzerinde duralım.
Ki sorun ile çözümün, aksiyon ile reaksiyonun, etki ile tepkinin birbiri ile ilgisizliği üzerinde rahatça duralım.
Sorun, mesele, problem, eğer kelime anlamını atlayabilir de işlevsel tanımına dönebilirsek;
bir halin, durumun, işin, oluşun, bizim arzu ettiğimizden farklı bir yönde, tarzda, miktarda, yoğunlukta olmasıdır;
ki A’da olmasını istediğimiz bir şey B’de olursa veya az olmasını istediğimiz bir sonuç çok olursa veya yavaş olmasını istediğimiz bir şey hızlı olursa, bu bize düzeltilmesi, değiştirilmesi gereken bir vaziyet arzeder;
biz de bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu biliriz.
Şimdi bu noktada izlenebilecek teoretik tutumları bir skala üzerinde işaretleyelim ve bu cetvelin iki uç noktasından birine “Bu sorunun karşısında kendi kendisini öldürmek” diye özetlenebilecek bir tutumun adını verelim (diyelim ki bu isim A olsun);
diğerine de “Adaaam, sen de!!” tutumunun adını verelim (bu isim de B olsun).
Dikkat buyrun;
X meselesi karşısında o meselenin halledilmesi için çözüm ararken izleyebileceğiniz tutumlar A ile B arasında bir noktada olacaktır;
ama bu noktanın sorunla bir ilgisi var mıdır?
Bu soruya cevap ararken, şu gerçeği gözönünde tutun lütfen:
X meselesi karşısında çözüm ararken sizin izleyeceğiniz tutum A-14 ise benim izleyeceğim tutum B-48 ise;
sizin A-14’te, benim B-48’te bulunmamızı bizatihi sorunun kendi özelliklerinden birisi mi tayin ediyor, yoksa sizin ve benim o sorunu idrakimiz arasındaki farklılık mı?
Eğer sorunun etkisi, sizde ve bende aynı olsa idi, en azından siz cetvelin A tarafında ben de B tarafında bulunmazdık;
tutumlarımız niteliksel değil niceliksel olurdu.
Bakın etrafınıza; aynı soruna muhatap olan bir heyetin üyeleri arasındaki ilk tepkilerin birbirinden nasıl niteliksel ve niceliksel farkılıklar gösterdiğini göreceksiniz. Üstelik bir kat mülkiyetli apartmanın yönetim kurulu gibi adeta kendiliğinden biraraya gelmiş rastlantısal kişilikler değil, bir ideolojinin vücud verdiği derneğin yeni üyelerini kendisi seçen yönetim kurulu üyeleri gibi homojen bir kurumda bile bu farkları göreceksiniz.
O zaman sonuç şu olmuyor mu?
X meselesi karşısında çözüm ararken izleyebileceğimiz tutumun A ile B arasında herhangi bir noktada yer almasını sorunun bizatihi bir özelliği (parametresi) değil,,,
bizim o sorunu idrakimizi belirleyen aklî sürecimiz, bu süreci biçimlendiren deneyimlerimiz ve bunlardan elde ettiğimiz edinimlerimiz, kazanımlarımız olacaktır.
Özetle sorun, sorunun kendisi değil, ona sorunsallık niteliği kazandıran “biz”iz. Dolayısıyla bir soruna çözüm ararken, sorun diye niteliğimiz şeyin özelliklerine bakmadan ve onun bize sunduğu zorluklar, engeller, olumsuzluklar açısından analizini yapmadan önce kendi kendimize bakmalı, kendi tepkimizin analizini yapmalı, sorun karşısında takındığımız tavrın A’da veya B’de olmasının sorun olan şeyi ortadan kaldırma becerimizi ne kadar engelleyebileceğini irdelemeliyiz.
Özetle,
çözümün daima sorundan değil bizim onu idrakimizden kaynaklandığını unutmamalıyız. Ama bu da muhatap olduğumuz iletişimin mantığa uygunluğunu denetlemek kadar söylemesi kolay, yapması zor bir iş; kabul ediyorum......
Dr.Hakkı ÖCAL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder