bir noktadan sonsuz sayıda doğru geçer: Tılsım

Salı, Mart 11

Tılsım

Karlar yağdı üstümüze. Güneş aydınlığa boyadı saçlarımızı. Çeyizimin yastık başına nakışlandı solmuş sonbahar yaprakları. Sıcaklara göç eyleyen leyleklere fısıldadık usulca, "yeni yaza patikler öreceğim".
Duvağım 20 kusur yıl/metre uzunluğunda , elektra sancılarıyla uyanmış 4 yaşlarında ve tıpkı bana benzeyen bir kızın özenli küçük ellerinde.
Başıma yerleştirdiğin tacı beyaz gül goncalarından dermese idin keşke.
Dererken göremediğin, senin ellerine hürmet eden dikenler bana neden bu kadar batmakta.
Konfetiler aramıza girdi, orada yanımdasın, biliyorum, yüzünü seçmeye çalışıyorum, gözlerinle söyleşmek için.
Bulamıyorum, ilk defa kaybettim gözlerini.
Yine de ama yine de La cumparsita hiç bitmesin, belim kolunun kıskacında kalsın.
Seni de mi büyüledi tılsım, kollarında ben varım, baksan belki göreceksin.
Bakmıyorsun, bakamıyorsun, tacımın dikenlerini biliyor muydun yoksa?
Ondan mı gözlerini kaçırıyorsun. Canım yanıyor. Susuyorum söylemiyorum…,
ve hep susacağım, söylemeyeceğim….

Her gece saat 12 yi vurur. Oysa yeni bir gün, yeni bir hayat başlarken, hep tüm saatler de aynı aymazlık, umursamazlık, aynı tik taklar…

Evime geldik küçük kız aşkımla vuslat töreni bitti, ver duvağımı ve git…, sonsuza dek. Kızma, küsme, dudağını ise hiç bükme. Gözlerimin taa içine de bakma. Ben senin gözlerini görmek istemiyorum ki. Hırçınlığın vakti değil üstelik. Söz dinle ve git lütfen. Lanet olsun yafta gibi yapıştı senin gözlerindeki hüzün gözlerime.
Canım yanıyor zaten. Başıma batan dikenlerden kurtulmalıyım artık. Ah beyaz gül goncaları anlıyorum bu yüzden bu kadar güzelsiniz. Kokunuz ile büyülersiniz. Diyetiniz dikenleriniz.

Ocaklar yanar, bacalar tüter. Küllerini karıştırsan da orda yakılanı sadece ateşe veren bilir,,, kimse öğrenemez.

Tılsım yüreğimizin aydınlığı, ışığı.
Küçük bir kızın masum, ürkek ellerinde tohumlanıp, yeşermiş bir murat ağacının gölgelediği.
Yürek hazine, Ciğerlerin ortasında bir kafesin içinde.

Gül goncaları müştekiyim sizlerden. Müsebbibi sizin dikenleriniz. Baş tacım ise organize suç ortağınız. Müteselsilen cezalandırılmalısınız, amma çoktan firardasınız.

Bahar geldi demek,,,
Leylekler üzülmeyin siz, patikleri örmedim, tılsımını kaybettim yüreğimin o yüzden…Unuttunuz sandımdı, unutmamışsınız, bu bahara bir can taşımışsınız…
Siz aldırmayın yalnızlığıma, yoksunluğuma.., duvağımı taşıyan kızın patiklerini saklamıştım, onca yoldan getirdiniz, merak etmeyin, merak etmeyin ayakları çıplak kalmayacak.

Küçük kız fısıltını duyuyorum, çık ortaya buralardasın hala, saklambaç oynamak istemiyorum ben. Koskocaman bir kadınım. Gözlerimdeki bakış benim değil ki. Senin emanetin. Çık ortaya hem iade edeceğim. Hem de zapta geçireceğim. Teslim tesellüm müsbitesine imza at...atmayı bilmiyor isen, parmak bass.

Diken yaralarımın cerahatine kül bastım. Kına gecemin kırmızı yemenisini sardım. Kabuk bağlamışlardı, geçenlerde baktım, izleri var sadece 'o da ben bildiğim için'.

Küçük kız...
Ne olur gel artık. Küstüğünü biliyorum. Bilemedim özür dilerim, kulak vermem gerekirdi sana,,, duvağımı çekiştirmenin bir manası vardı, düşünmeli idim.
Güller beni aldattı. Bülbülün aşkına hürmet ettim, tek sevilecek çiçek o sandım.
Bülbülü de aradım buldum, hesap sordum, ayağını gösterdi, gül dalında bir dikene tutuklu.
O halde iken bülbüle hiçbir şey diyemedim ve çaresiz ibra ettim.

Bir şarkı duydum sonra, gözlerde açan bir çiçek varmış. Aradım buldum. Naif bir dalın ucunda idi. Sevgi kokuyordu, huzur kokuyordu. Gülün işveli, davetkar kokusu idi beni baştan çıkaran ah ah. Sabıkası sicilli bir zampara imiş oysa, tecrube ile sabit...,artık öğrendim.
Karanfiller müşfik yaprakları ile gözyaşlarımı sildiler. Bana bir yatak serdiler. Tüy gibi yumuşak, sımsıcak. Soyun ve yat, dinlen, dediler. Telaşımı kulağıma fısıldadıkları sevgi sözleri ile yendiler. Utancımı kendime siper edip, soyundum ve o yatağa uzandım.
Ne zaman, ne kadar süre uyudum hatırlamıyorum ki.
Bir ömrü dinlendirdim sanki. Gözlerimi açtım, karanfiller sessizdiler.
Hemen sordum onlara,,,
‘Bu yatağın aynısını nerede bulurum? Bu yatakta uyumalıyım hep, bu yorganı örtmeliyim üstüme, bu yastığa baş koymalıyım. Kumaşının, yumaşaklığının sırrı ne? Karanfiller şaşırmayın sordum diye, söyleyin, bu gözyaşları nerden çıktı, hem. Ağladıkça sanki damarlarımdan ağulu pıhtılar çözülüp çözülüp bedenim arınıyor. . Damarlarıma taze, sıcak, berrak bir kan nüfuz ediyor. Söyleyin bu yatağın sırrı ne.???’
Kırmızı bir karanfil alnıma serin bir öpücük kondururken, beyaz bir karanfil kulağıma yatağın sırrını söyledi,
Yumuşağı şefkat, kumaşı sevgi, örtüsü güven….

Küçük kız biliyor musun..,
Eğer alırsan gözlerime yafta ettiğin hüznü, yüreğimi belki bir masal perisi görür. Gömelim en derinlere yaftanı.
Bir daha böyle ilamlar yazılmasın,,, yazılanlar varsa da umumi af çıksın.
Murat ağacını yeşert tekrar,
günebakanlardan kurs aldı yüreğim,
güneşe çevirmek için yüzünü.
Murat ağacı masal perisine kılavuz taşı olsun,
yüreğimi görmeme ihtimaline kefil olsun.
Ve masal perisi bir kez daha TILSIMI üflesin.

YAŞAM BAZEN masal perisinin zimmetinde.
Bir ab-u hayat kasesinde.
Yüreğe yapılan büyü.
Tılsım.

Hiç yorum yok: