bir noktadan sonsuz sayıda doğru geçer: siz kaç tür ölüm olduğunu biliyor musunuz?

Cuma, Şubat 29

siz kaç tür ölüm olduğunu biliyor musunuz?

Yaşantımız, kendi kişisel tarihimizi, hep iyi geçen sananınımız az değildir. Evet ebeveynlerimizden tokatlar yeriz, cezalandırılırız; ama 'benim olmayan kimsenin beni acımasızca dövmesine nasıl dayanırım?' Ben, dilim dönerse, aklım ererse söylerim: Sosyalizm sanmayın ki zengin düşmanlığıdır; o 'kibir' ve 'kendinde aşağılama hakkı gören' insanlara karşı düşmanlıktır. Bu 'alaka' ya da 'yalaka' bekleyip gösteren insanları 'halk' da olsa pek sevemem.
'Halk' dediğin nedir ki zaten?
Tamamen soyut bir kavram.
Halk, marangozdur, terzidir, tezgâhtardır, doktordur, öğretmendir...
Halk somut ve farklı bireylerden oluşuyor.
Onları ortak tutan şeyin, 'kibire karşı öfke, açlığa karşı isyan' olmasını hayal ederim.
Halk, 'tımarhanelerde güllabici odunlarla dövülendir...'
Hepsinin nüfus sayımlarında kağıtlara geçirilmeyen özellikleri vardır.
Halk, benim mesela; sonra sadece yazları sık görebiliğim delikanlının as olanı Yahya; kapıkomşum Jonev ve Lambo,sıfır muhteris ama işini yaz kış, kışın kalan hemşehrilerini de kollayan bakkal Mustafa; çalışkanlıklarından akşamları birer kadehle pes düşen Elisabeth ile Ertan;sanki bir çile odasında, yalnız kalması gerekirken, kalabalıklarla uğraşıp geceleri ağlayan Fatoş; güzel şarkılarla hastalarını avutup, yalnız yaşarken yüzü süzülen Vahide,insan ölümü bile göze alıp evli kalınca, 'ölümsüz' kalmayı beceren Dilek ve Toti;tekmil adaların en güzel istridyesinden çıkarılmış biraz pürtüklü, dalayan İnci...
Daha niceleri, geçmişin Barbası,
omzunun bir tarafına ceket asmış gibi yürüyen Koço;
küçük bir adada sıkışıp kaldığına hiç inanamayacağınız, çünkü şu 30'una gelmeden ağzı acayip laflar eden Deniz...

Sonra benim bir kayıp cennet olarak gördüğüm çocukluğum ve onun insanları...
Büyükbabam Yusuf 14 yaşlarında yetim kalmış. Ona ve üç beş adımlık toprağa baksın diye bir içgüveysi tutmuşlar. Birgün bu adamı, çocuk dedemi azarlarken görmüş, o küçük dede Yusuf'un nenesi; demiş ki adama "Ben seni Yusuf'a hizmetçi aldım, efendi değil..." Üç beş adımlık 'huzur hakkı' vermiş salmışlar. Ama asıl benim Yusuf dedemin bir bacısı varmış. Onu da çok genç evlendirmişler. Çok erken ölmuş o 'hala." Dedem, herkes uyuduktan, gaz lambaları kısıldıktan sonra, çarıklarını giyer, bacısının mezarına gider ağlarmış.,

O 'hala' niye erken öldü diye merak ederdim. Geçenlerde bir şeyler öğrendim.
"Hala'nın kocası, ilk ve büyük oğlunu yalınayak suya gönderir, dönünce de dövermiş. Hangi ana yüreği buna tahammül eder? Adam çocuğu sürekli çalıştırırmış ama ilk mektepten sonra okumasını istemezmiş. Hal budur ki, a benim şimdi güleryüzüne hayran olduğum, babamın sevgili uzak kardeşi, çok okumak istermiş. Köyde, yarı meczup, hiç evlenmemiş bir amcası varmış. Miras olduğu için de onun bir payı varmış elbette. O amcam, o kendi amcasına gitmiş, 'beni okut" amca demiş. Bekar, yarı meczup, ama işini görmeyi bilen -hani galiba biraz da asık suratlı amca, 'Olur oğlum,' demiş, "çok para harcama..." O iki kıymetli amcanın biriydi; birini -küçüğünü-hâlâ ara sıra görürüm; büyüğü hep köyde yaşadı, öldü de benden önce mi öldü,

-kaç ölüm var, biliyor musunuz? Bilmiyorum bile...  

Sonra, yıllar yıllar sonra, bu yeğenini okutan amcanın, başka -yine yakın bir akrabadan olan karısının oğlu, o tepelerden denizlere bakan mezarlığı ziyarete gitmiş. Meğer taksi durağı açmışmış. Kartını bırakmış: 'Amca lazım olursa ara beni...'

Kaç ölüm var, biliyor musunuz?

Bu insanların yaşadıklarını anlattığım için eşim dostum beni affetsin;
ciddi bir sitem görmedim ama müstehzi bakışlara da muhatap olmadım değil.

'reha biraz delidir,' diye konuştuklarını duyar gibiyim;
artık'kulak misafiri'olmaya da gerek yok.

İyi binalar yapmak da bir 'sevgi' işi...
O evde kendinin, çocukların ve torunlarınla oturduğunu hayal edip, öyle yapacaksın.

Geçende bir film seyrettim, sadece adını hatırlıyorum: 'Marangoz Kalemi.' Orada iç savaşın enternasyonal tugayından biri şöyle bir laf etti:
"Komünizme ulaşmak için sevgini aldığın gibi vermelisin..."

Bu sözün söylendiği akşam adamı öldürdüler; hayır hayır, bu sözleri söylediği için değil, zaten öldüreceklerdi. Yalnız onu öldürmeye götüren faşist tim, aynı zamanda ressam olan bu gencin ellerinin kesilmesini teklif etti; bir diğeri, karnından vuralım çok acı çeker, dedi.
Daha alt rütbeli bir subay, tabancasını çekti, o adamı alnından vurdu.

Kemal Burkay'ın 'Spartakus' adlı şiirinde yanılmıyorsam şöyle bir bölüm vardı:
"O arenadaki gladyatör, seni öldüremediği için öldü."

'Elleri kesilmiş bir ressam ne olacaktı ki,' diye düşündü o asker, adamın alnının şakına tetiği çekerken;
Spartakus kendini öldüremeyen gladyatörü öldürdü.

Amca ya enişte mi desek, galiba bazıları amca, bazıları enişte; hangisi mışıl mışıl uyuyor da, hangisi dönüp dönüp duruyor?

Sahi siz kaç tür ölüm olduğunu biliyor musunuz?

 
reha mağden

Hiç yorum yok: