bir noktadan sonsuz sayıda doğru geçer: 07/01/2008 - 08/01/2008

Pazartesi, Temmuz 21

DİDİŞME!! DEĞİŞ!!


Türümüzün en çelişkili, git gelli ilişkilerinden biri evlilik.
Ortada kimse yokken, yaşımız bile tutmazken, evliliğin turşusunu kurar, hayalimizdeki eşimizi her türlü vesileyle yaşatırız. Bir de onu bulduğumuzu mu sandık? Akan sular durur. Evlenebilmek için deveye hendek atlattırır, atlatamazsak intihar bile eder, katil bile oluruz.
Evlendikten sonta?
Polonyalıların kurtuluşlarini kutladıkları 11 Kasım'da Varşova şehir meydanında birikmiş kalabalığın içindeyim. Bürokratlar, politikacılar, askerler birbiri ardına nutuk atıyor. Oltasına balık bekleyen biri gibi gözlem peşindeyken birdenbire yakaladım ilk ikizlerimi. Ne kadar da çok 'ikizlesen çift' varmış. Birinin elinde poşet varsa öbürü de öyle. Paltolu kocalar paltolu karılarıyla, parkalı kocalar parkalı karılarıyla. Biri şapkasız sa öbürü de öyle. Koyu renkli koyu renkliyle, açik renkli açık. Birinin sırtında sırt çantası varsa yanındakininde de.
Karı kocanın zaman icinde ses tonlarindan kiyafetlerine kadar ne kadar birbirlerine benzedikleri dehşet verici değil mi?
Evlenmeden önce, evliliklerin 50. yıl kutlamalarında yapılan konuşmaları dinlemenizi tavsiye ederim. Kutlanan coşku değil sabırdır. Kutlanan 50 yıl birbirlerini idare etmiş olmak, 50 yıl sonra nihayet birbirlerini anlamış olmaktır.
İki kişi arasındaki evlilik türünün ne kadar sorunlu olduğunu hepimiz biliriz. Türümüzün işlediği cinayetlerin çoğu karı koca arasında.
Arkadaşlarımızla ne kadar iyi geçiniriz yoksa.
Kendimden de biliyorum.
Bence iki yüzlüyüz.
Kendimizi iyi huylu, sabırlı, seven, sevilen kişiler olarak biliriz. Kanıtı arkadaşlarımızla ilişkilerimiz. Bin yıllık dostlarımız.
Ya eşimiz?
Odur her tartışmayı, tatsızlığı başlatan. Eşimizdir dinlemesini bilmeyen. İnatçı olan. Sözümüzü kesen. Bizim ne kadar fedakar, anlayışlı birisi olduğumuzu takdir etmeyen.
Arkadaşlarımızla her buluştuğumuzda bin yıl görüşmemiş gibi kucaklaşır, öpüşür, en güler yüzümüz, sevecen bakışlarımızla beslerimiz dostluğumuzu. Tartışmalarımızda birbirimizi dinleriz. Uyumluyuzdur.
İki yüzlüyüz çünkü arkadaşlarımızı kullanırız bizi iyi bilsinler diye.
İki yüzlüyüz çünkü arkadaşımızın tarafını tutarız eşiyle olan geçimsizliğinde.
İki yüzlüyüz çünkü arkadaşlarımızı bile aldatırız onların eşleriyle.
Azıcık daha kendimiz gibi olsak. Birisiyle geçinmeyi, öbürüyle geçinmemeyi otomatiğe bağlamasak. Arkadaşlarımızla bu denli uyumlu olmasak. Bakarsınız eşimizle çok daha iyi anlaşırız.
Çok sevdiğim bir çift var. Bir gün biri eşinden sözederken, "Bunca yıl beraberiz, hep beni şaşırtıyor" demişti.
İlşkilerimizi besleyen aynı olmak değil, Nazım Hikmet'in sözleriyle, "Çocuk gibi bakarcasına şaşarak yaşamak".

Gündüz Vassaf

ÖLÜM BİZİ AYIRINCAYA KADAR

Bu sözler Batı uygarlığının evliliğe bakış açısını özetliyor. Eğer insanoğlu tekeşli ise niçin İngiltere'deki evliliklerin üçte biri, ABD'dekilerin yarısı boşanmayla sonuçlanıyor? Çocukların yüzde 15'inin babası niçin evlilik cüzdanlarındaki kayıtlı eş değil? Bazı insanlar bunu aile değerlerinin çöküşü, toplumun dağılması veya ilişkiler dahil herşeyi yenileme hastalığının bir yansıması olarak görse de biyologlar konuya farklı bir açıdan yaklaşıyorlar. Biyologlar, son yıllarda gerçekleştirilen araştırmaların ışığı altında tekeşliliğin önceden sanıldığı gibi bazı hayvan türlerinin beyinlerine kazınmış bir içgüdü olmadığını, sadakat simgesi olarak kabul edilen bazı hayvanların fırsatını yakalar yakalamaz eşine ihanet ettiğini ortaya koyuyor.
Güney Amerika'da yaşayan ipek maymun denilen ''tamarin'' maymunu çoğunlukla tekeşlidir ve çocukların bakımını erkekler üstlenir. Bazı durumlarda erkekler çokeşliliği seçer ve dişiden dişiye gezerek gönül eğlendirir. Son yıllarda maymun çiftlerinin ''boşanma'' eğilimlerinde görülen artış, büyük ölçüde dişilerin ölüm oranlarındaki artıştan kaynaklanır. Buna bağlı olarak dişi maymun nüfusundaki azalma, her erkeğe bir dişi düşme olasılığını ortadan kaldırdığı için açıkta kalan erkekler, ''yuva yardımcısı'' olarak, kurulu yuvalara 3.kişi olarak yanaşır. Yuva yardımcıları, bir dişi ve bir erkekten kurulu yuvada, kendisinin olmadığı halde, çocukların bakımını üstlenir. Yuvada bir bakıcının bulunması en çok çiftin erkeğinin işine yarar. Çocuklara bakmak zorunda kalmadığı için rahatça başka dişilerin peşine düşecek zamanı bulur ve ''karısının'' kızışma zamanını bekleyeceğine başka dişilerle çiftleşerek üreme şansını arttırır. Bu arada yardımcının da emekleri karşılıksız kalmaz. Yuvanın dişisi kızışma döneminde, gerçek eşi yanında değilse, yardımcıyla çiftleşir. İşin ilginç tarafı yuvadaki dişi eşinin ne yaptığı ile fazla ilgilenmez; dişi için önemli olan yavruların bakımını bir erkekle paylaşmaktır. Bu erkeğin kim olduğu önemli değildir.
Ne olup bittiğini anlamak için çiftleşme stratejisindeki bu değişikliğin yol açtığı avantajlara bir göz atmak gerekir. Matematiksel bir modelden yola çıkılırsa, yuvasının dışında çapkınlık yapan erkek, tekeşli bir düzeni bozmadan sahip olduğu yavru sayısını iki katına çıkartabildiği için kazançlıdır. Dişilerin bu durumda ne kaybı ne de kazancı vardır; onun için önemli olan kızışma döneminde çiftleşecek birini bulmaktır. Dolayısıyla yavruların sayısında bir değişiklik olmaz. Yardımcı, en kötü durumda bile çiftleşecek bir dişi bulduğu için haline şükreder. Tamarin maymunlarında ortaya çıkan bu yeni davranış şekli, değişen koşullara bir tepkidir.



Kuralları Çiğnemek
Tekeşlilik doğada seyrek rastlanan bir durumdur. Başta primat ve köpekler olmak üzere memelilerin yalnızca yüzde 5'i tekeşlidir. Ancak bir grup hayvan için tekeşlilik bir kuraldır. Kuş türlerinin yüzde 90'ı çiftleşme döneminde tekeşli bir düzen kurar. Dışarıdan bakıldığında birbirine bağlı, mutlu bir çift görünümü veren kuşların, ihanete ne denli yatkın oldukları bilimsel çalışmalarla su yüzüne çıktı. Bilimsel çalışmaların özünü oluşturan DNA tetkikleri, tekeşli kuş çiftlerine ait olan yumurtaların beşte birinin ''yuvadaki babaya'' ait olmadığını ortaya çıkarttı. Dolayısıyla pek çok erkek kuşun başka kuşların yavrularına babalık ettiği anlaşılmış oldu.
Tekeşli hayvanlar eşlerine nasıl ihanet ediyor? Tekeşliliğe yol açan etmenlerin başında işbirliğinin geldiğine inanan davranış bilimcileri, son bulgular karşısında çiftleşme stratejileri hakkındaki görüşlerini yeniden gözden geçirmek zorunda kaldılar; sonuçta gerçeğin hiç de düşündükleri gibi olmadığını anladılar.
İşbirliğinin kaçınılmaz olarak sömürü tehlikesini de beraberinde getirmesi, tekeşliliğe duyulan güveni temelinden sarsıyor. Tekeşli bir erkek hiçbir zaman, evdeki çocukların gerçek babası olup olmadığından emin olamaz. İşbirliğinin geçerli olduğu sistemlerde, aile dışı kaçamaklar hep bir çıkar uğruna yapılır. Bu noktada biyologların ''tekeşlilik ikilemi'' dedikleri açmaz ortaya çıkar. Erkek, karısının yanıda kalıp ''boynuzlanma'' tehlikesini mi göze almalıdır? Yoksa, aile yaşamına veda edip, kendi yavrularının telef olmasına mı göz yummalıdır? (Çünkü dişi yavrulara tek başına bakamaz).
Bu arada erkek hem yuvada kalıp yavrularına göz kulak olmak, hem de dışarıda gönül eğlendirmek ister. Bilim adamları bu açmazı evrimsel açıdan incelediklerinde, erkeğin başka dişilerle çiftleşmek için sinsi yöntemler geliştirdiğini; diğer taraftan da diğer erkeklerin yavrularına bakmakla zaman yitirmemenin yollarını aradığını ileri sürüyor.

İnsanlar Da Güvenilmez

İnsanlar da evlilik dışı ilişkiler konusunda güvenilir yaratıklar değil. Boşanmış bir erkeğin çocuklarına nafaka ödemeden önce DNA tetkikleri istemesi, bu güvensizliğin dışa vurumundan başka bir şey değil. Kaldı ki DNA tetkiklerinin sonuçlarına bakarak, erkeğin kuşkularında haksız olduğunu söylemek biraz zor.
İnsanoğlunun evlilik kurumu içindeki durumu ile diğer tekeşli türlerin durumu arasında hiçbir fark yok. Erkek, eşinin şimdiki ve gelecekteki üreme faaliyetlerini tekeli altına almak isterken çok dikkatli olmak zorundadır, çünkü çiftleşme zorlama veya baskı ile değil, işbirliği ile gerçekleştirilen bir faaliyettir. Erkek, dişiyi baskı altında tutmak için güç kullanırsa dişinin kaçmasına yol açabilir. Örneğin, Kaliforniya'da yaşayan bir çeşit kertenkelenin saldırgan ve huysuz erkeğinin çiftleşme şansı çok düşüktür, çünkü dişiler korkudan erkeğin yanına yaklaşamaz. Michigan Üniversitesi'nden Barbara Smuts, babunlar üzerinde yürüttüğü bir çalışmasında, aşırı saldırgan erkek babunun da aynı kaderi paylaştığını kaydediyor. Smuts'a göre dişi babunlar yumuşak başlı ve arkadaş çevresi geniş olan erkekleri tercih ediyor.
Benzer bir tutum aşırı şüpheci erkekler için de geçerli; dişilerin kıskançlığa tahümmülleri çok az. Erkek, her zaman, kendisinden olmayan çocukların bakımını üstlenmek gibi bir zorunluluk ile karşı karşıyadır. Ancak eşinin doğurduğu çocukların tümünü benimsemekle pek çok açıdan çıkarlarını koruyabilir: Hem eşi ile aralarındaki ilişki bozulmaz, hem de yeni bir eş bulma zahmetinden kurtularak üreme şansını arttırır.
Erkeğin, yuvası dışındaki faaliyetlerden neler kazandığı biliniyor. Peki, eşine ihanet eden dişiler ne kazanıyor? Biyologlara göre ihanet eden dişiler iki açıdan kazançlı. Dişiler, eşlerinden yavruların geleceğini garanti altına almalarını beklerler. Dolayısıyla ideal bir erkeğin cüzdanı kabarıktır; ideal bir erkeğin genleri mükemmeldir; ideal bir erkeğin dış görünüşü caziptir vs... Ancak akıllı bir dişi, karşışındaki erkeğin mükemmel olamayacağını bildiği için beklentilerini mantıklı bir çerçeveye oturtur; bazı isteklerinden vazgeçer. Beklentilerine en yakın olan erkeği eş olarak seçerken, daha az beğendiklerini de sevgili olarak yedekte tutar. Böylece dişinin tüm beklentileri, tek bir erkek tarafından olmasa da, karşılanmış olur.
Dişilerin ihanetinin altında yatan ikinci neden de eşlerinin kendileriyle daha yakından ilgilenmelerini sağlamaktır. Stockholm Üniversitesi'nden Magnus Enquist ve çalışma arkadaşları, matematiksel örnekleme yöntemiyle, dişilerin erkeklerini yuvaya bağlamak için başka erkekleri devreye soktuğunu meydana çıkarttı. Ancak bu konuda da dişilerin attıkları adıma dikkat etmeleri gerekiyor, çünkü son yapılan araştırmalar aile içi cinayetleri pek çoğunun ihanet yüzünden işlendiğini gösteriyor. Dişinin de, erkeğin de ihanete karşı tepkileri genellikle saldırganlık şeklinde ortaya çıkmakla birlikte erkeğin tepkileri çoğunlukla fiziksel olarak daha yıkıcı olabiliyor.
Erkek ile dişi arasında gelişen kıskançlık, çiftler arasındaki ilişkinin kopmaması için başvurulan en önemli savunma mekanizması. Güney Afrika'da yaşayan ve adına titis denilen bir cins tekeşli maymun türünde dişiler, yabancı dişilere karşı son derece düşmanca bir tutum takınırlar. Aynı tavır Afrika'da yaşayan antiloplarda da görülür.

Tekeşlilik Ve Baskı
Tekeşlilik genellikle baskı altında korunan bir ilişki şeklidir. Esnek davranışlar kişileri fırsatlardan yararlanma eğilimine sokar. Dolayısıyla doğada ikili ilişkilerin sıklıkla bozulup yenilerinin kurulmasını normal karşılamak gerekir. ''Boşanma''nın doğada çok sık rastlanan bir olgu olduğuna dikkat çeken bilim adamları, başta kuğular olmak üzere kuşların ikili ilişkilerinde sık sık eş değiştirdiklerini belirtiyor. Kuşlarda boşanma nedenlerinin başında ''kısırlığın'' geldiğini ileri süren Cornell Üniversitesi'nden Andre Dhondt , yuvaya yanaşan ''üçüncü'' kuşun (dişi veya erkek) da yuvayı dağıtmakta oldukça başarılı olduğunu kaydediyor.
Bütün bunlardan çıkartılacak ders, tüm türler için geçerli bir kuralın olmamasıdır. Evrensel olarak bazı anahtar ilkelerden yola çıkarak tüm türler için bir genelleme yapmak mümkün değildir. Tekeşlilik, boşanma ve çokeşlilik, yerel ekolojik ve demografik koşullara göre her tür için farklı bir yapı sergiler. Ne var ki çiftleşme sürecinde strateji değişikliği ancak seçeneklerin varolduğu ortamlarda gerçekleşir.

Reyhan Oksay
New Scientist Liverpool ÜniversitesiEvrimsel Psikoloji Profesörü .

Pazar, Temmuz 20

EĞER


Eğer göz bebeklerin yaralanırsa,
bir daha aynı gözle bakamazsın dünyaya.
Baktığın her şeyin kötü yanını görmeye başlarsın.
Saklı kalmış pislikler bile kaçmaz gözünden.

Elif Şafak
Mahrem

Cuma, Temmuz 18

TRAKYA SÖZLÜĞÜ

Amucalar: Trakya'da bektaşilerin bedreddini süreği bu isimle anılıyor. Bedreddiniler de kendilerini 'amuca' olarak tanımlıyorlar. Trakya'da babailer, gülşeniler gibi pek çok farklı bektaşi ocağı olduğu için yazıda genel olarak bektaşi olarak anıldılar.

Balkan: Trakya'da kimilerine göre orman, kimilerine göre dağlık bölge demek. Balkan (orman ya da dağ), balkanlı (orman ya da dağ köyünden olan) ve balkanlar (ormanlık ya da dağlık bölge) dediklerini pek çok kez duydum. Bizim bildiğimiz ‘Balkanlar'la bir ilgisi olsa gerek.

Burgaz: Lüleburgaz'a Burgaz deniyor buralarda.

Cacıl: Kilim demek.

Çeltik: Türkiye çeltik üretiminin yarıdan fazlası Trakya'dan geliyor. Ergene ve Meriç kıyılarında, özelliklle İpsala ve Uzunköprü'de çeltik ekonominin baş aktörlerinden. Eskiden çok büyük iş gücüne ihtiyaç duyulan çeltik tarlalarında bugün modern yöntemler kullanılıyor. Bu da bilhassa çeltik işinde çalışan romanların boşa çıkması anlamına geliyor.

Çiçek: Kırklareli yöresinde ıhlamur demek. 'Bana bir çiçek ver.' diyebilirsiniz kahvelerde.

Çocuk: Erkek evlat manasına kullanılıyor. Ben Şarköy, Malkara, Keşan bölgesinde pek çok kez duydum. 'İki çocuğum, bir kızım' var diyorlar mesela.

Çorlu, Çerkezköy, Lüleburgaz: Trakya'nın sanayi bölgesi ya da Trakya'nın istanbul'a ödediği bedel. İstanbul sanayisi güneyde gebze tarafına kayarken Kuzeyde bu üç ilçeye yerleşiyorlar. Yoğun işçi göçü almışlar ve hormonlu oldukları için bağlı bulundukları illerden daha büyük ya da onunla yarışır duruma gelmişler. Göçe ve hızlı sanayileşmeye bağlı olarak, çarpık sanayileşme, çarpık kentleşme, konut ve çevre sorunlarıyla boğuşuyorlar. Civar ilçe ve köylerden bu merkezlere sürekli işçi servisleri çalışıyor. Ergene Nehri'ni sırtından vuran zehirli ok da bu bölgeden. Kendi başına ayrı bir konu başlığı.

Dupnisa Mağarası: Kırklareli sınırları içerisindeki görülesi mağara.

Deprem: Şarköy'den Mürefte'ye giderken solunuza bakarsanız bağları ve zeytinlikleri görürseniz, solunuza bakarsanız denizi görmeniz gerekir ama göremezsiniz. Sol tarafınız betonarme yazlık siteleriyle örülüdür. Denizi görememek bir yana, aklınıza 1912 Marmara depremi, depremin Şarköy-Gaziköy arasında neden olduğu büyük felaket gelir ve inşallah birileri bu insanlara buranın deprem bölgesi olduğu konusunda uyarmıştır ve denizle aramıza giren bütün bu hantal ağır binalar deprem de gözönüne alınarak yapılmıştır derseniz. Sonra binalara bakar, ülkenizdeki genel yaklaşımı düşünür, kendi kendinize hayıflanırsınız.

Ergene Nehri: Tekirdağ'ın Saray ilçesinin kuzeyinden Istrancalardan doğup Trakya'yı 281 km boyunca kat ederek Meriç'e katılan Trakya'nın can suyu. Trakya topraklarının yarısını suluyor. Trakya'nın üç iline de katkısı var. Lakin şimdilerde çok kötü durumda. 127 metrelik uzunköprü'nün altındaki Ergene'nin yatağı en az 1000 metre vardır ve akan suyun eni 15 metreyi bulmaz. Mart ayında bile kokudan burnumu tıkamak zorunda kalırken yazın kimbilir ne kadar berbattır diye düşündüğümü hatırlıyorum. Suyun renginden bahsetmeden, Baştan sona Türkiye topraklarında olan Ergene'nin Yunaniştan ve Bulgaristan'dan gelen Meriç, Arda ve Tunca'dan daha kirli, daha zehirli olduğunu da söylemeden, sözü Yöre dergisinde gördüğüm Uzunköprü-Yeniköy Şenlikleri'nde çekilmiş bir fotoğrafta bir römorkun üzerinde pankart açan Trakyalı gence bırakayım: 'İneklerini Ergene'de sula. Komik buzağıların olsun! (İnek ölmezse).' Durum bu kadar vahim.

Ferace: Balkanlardaki müslüman tebanın geleneksel siyah örtüsü. Artık pek yok, şehirlerde hiç yok. Ben özellikle Malkara-Şarköy yolunda uğradığım Sağlamtaş beldesinde yoğun olarak gördüm.

Gacal: Trakya'ya ilk yerleşen türkmenlere verilen isim. Trakya'nın ilk sakinleri.

Gövem gözlü: Kırklareli'de sohbet ettiğim Ülker Nine bana gövem gözlüleri sevdiğini söylemişti. Sonra bana gövemin yerde biten çiçekli, karaya çalan yemişleri olan bir bitki olduğunu söyledi. Sordum, Kimileri karamuktur (böğürtlen) dedi. Sözlükler gövemin yaban eriği ya da çakal eriği olduğunu söylüyor. Gövemin ne olduğunu bulamadım ama şunu söyleyebilirim: Güneşte harelenen kara gözlülere gövem gözlü, deniyor Trakya'da.

Hardaliye: Kırklareli'ne özgü bir içecek. Bir zamanlar fabrikası olduğu söyleniyor Kırklareli'de ve bazı yerlerde yakında fabrikasının kurulacağını okudum yine Kırklareli'de. Siz yine de ev yapımını tercih edin. Kırklareli'nin Kızılcıkdere, Deveçatağı ve Çeşmekolu köylerinde halen yapılıyor. Bu köylerde üzüm posası, vişne yaprağı, şıra tozu ve bir miktar hardaldan yapılan bir tür iksir hardaliye. Üzüm posasından yapılmış vişne suyu da denilebilir. Sonunda hafif bir hardal tadı da kalıyor damakta. Yolunuz düşerse, kaçırmayın, tatmaya bakın.

Istrancalar: İstanbul'dan başlayıp Bulgaristan'a kadar Karadeniz kıyılarına paralel olarak uzanan alçak dağ silsilesi. En yüksek noktası Kırklareli sınırlarındaki 1.031 metrelik Mahya dağı. Ergene'nin babası.

İğneada: Trakya'nın ve bütün Türkiye'nin en bakir yörelerinden biri iğneada. Yörenin neredeyse tamamı koruma altında. Ancak bazı aklıevveller, Sinop ve mersin'le beraber İğneada'yı da nükleer santral adayı bölgeler arasına kattılar. Şimdi de bir çimento fabrikasının tehdidi altında.

Jantjantlı soba: Trakya'nın özellikle iç ve kuzey bölgelerinde kullanılan otomobil ve kamyon jantlarından yapılma soba. Jantlar döküm olduğu için hem ısıyı daha iyi iletiyorlar hem de çok geç soğuyorlar.

Kakava şenlikleri: Trakyalıların 'Hoşgeldin Yaz' partisi. Şeylere şaşırma yeteneğini hala kaybetmemiş romanların hayatta en sevdikleri şeylerden biri olan yazın gelişinden duydukları sevinci haykırdıkları, hayatı ateş ve suyla kutsadıkları, neşenin ve eğlencenin değme ressamın çıkaramayacağı resmini yaptıkları şenlik. Neşenin bu görülmemiş resmine katılmak ya da tanık olmak isterseniz her yıl 6 Mayıs'ta Trakya'da.

Longozlar: Subasar ormanları. İğneada'da denize karışamayan pek çok dereciğin oluşturduğu göllerin geri taşarak suyla doldurduğu bölgelerde oluşan ormanlar. Görülesi, hayran olunası, korunası yerler.

Mandıracılık: Yüzyıllardan bu yana Trakya ekonomisinin candamarı. Çiftçilerin yüzde doksanı aynı zamanda hayvancılık da yapıyorlar. İstanbul'un yağı, yoğurdu, peyniri büyük oranda Trakya'dan geliyor. Trakya'da meralar yetiştirilen hayvan sayısına göre çok az ve giderek çoraklaşmış, bu yüzden de daha çok ahır hayvancılığı yapılıyor. Yağ, yoğurt, peynir, sucuk, her Trakya köyü bunlardan en az biriyle meşhurdur. Edirne'nin ve Kırklareli'nin peynirleri bilinir. Koyun yoğurdunu Kırklareli'de tattım; lezizdi. Eğer yakalarsanız, Saray'da orman yoğurdunu da tadın. Manda yoğurduna ‘orman yoğurdu' deniyor Saray'da ve bilenler bilir bu aksi hayvan sırf yağının, yoğurdunun, kaymağının hatırına çekilir.

Nasip alma: Bektaşilerde Bektaşi olmaya karar verenler nasip alıyor. Mecburi değil. Almayanlar da herhangi bir tepkiyle karşılaşmıyor. Benim azıcık bilgimin erişemeyeceği, farklı süreklerde farklı ritüellerin uygulandığı bir ayinle nasip alınıyor. Genel şikayet her geçen gün nasip alanların azalması üzerine.

Orpheus: Trakya'nın Yunan mitolojisine hediye ettiği kahraman; 'şarkıların babası', lirin kaşifi. Bir efsane, Orpheus Trak krallarından birinin oğlu olduğunu söyler; bir diğeri, Tanrı Apollon'un. Konu aralarında Virgilius, Ovidius, Platon gibi ustaların da olduğu pek çok kalem tarafından farklı işlenmiştir. Ben hoşuma giden karma bir versiyonunu anlatacağım: Ölen Karısı Eurydice'nin ardından öyle şarkılar söyler ki, bütün tanrılar ağlamaya başlarlar ve ölüler ülkesine gitmesine izin verirler. Orpheus burada da liri ve içli şarkılarıyla Hades'in bile yüreğini dağlar ve Hades karısı Eurydice'yi kendisiyle götürmesine izin verir yalnız tek bir şartı vardır: yeryüzüne çıkıncaya kadar dönüp karısına bakmayacaktır. Orpheus ayakları yeryüzü topraklarına basar basmaz heyecanla dönüp karısına bakmak ister ama Eurydice henüz yeryüzüne çıkmadığı için bir anda kayboluverir. Orpheus bu acıyla bütün Trakya'yı gezer, karısına içli ağıtlar yakar ve en önemlisi gözü başka kadın görmez. İşte buna kızan Trakyalı kadınlar Orpheus'a saldırır ve paramparça edip Meriç sularına atarlar. Efsaneye göre Hebros, yani Maritza, yani Meriç o günden bu yana içli şarkılar söyleyerek 'Eurydike, Eurydike' diye çağlayarak akar.
Ötv: Özel tüketim vergisi. Tekirdağ'da ve Mürefte'deki şarap üreticilerinin en büyük şikayeti. Şarap fiyatlarının artmasına ve şarap tüketimin azalmasına neden olan külfet.İşin ucu bağcılara da dokunuyor. Önceki sene 1,5 ton alım yapan fabrika satış olmadığı için geçen sene 300-400 ton üzüm alımı yapmış. Az değil.

Pomaklar: Türk olmuş Bulgarlardır, diyenler var, Bulgar olmuş sonra tekrar Türk olmuş Türklerdir, diyenler var.
Varoğlu var: Tarihçiler araştıracaktır. Benim gördüğüm kadarıyla Pomaklar Pomaktırlar; hoş sohbet ve misafirperverdirler. Kendi dilleri var ve görünüşe göre dillerine hayli bağlılar. Hala Türkçe pek bilmeyen ihtiyar Pomaklara rastlamak da mümkün. Kırklareli'nin Üsküp beldesinde "Anneme götüreyim seni, anlatsın ama o da Türkçe bilmez ki" demişti 48 yaşındaki Salih Masır. Üsküp'teki Pomaklar dört farklı bölgeden gelmişler; bana dördünün Pomakçasının da farklı olduğunu söylediler.

Rakoczi Ferenc: Erdel prensi, Macar halk kahramanı. Habsburglara karşı başlattığı ulusal köylü ayaklanması başarısızlığa uğrayınca osmanlı'ya sığınmıştır. 1717'de önce Edirne'ye gelmiş, burada bir yıl kalmış, daha sonra İstanbul'a geçmiş ve ardından da mahiyetiyle beraber 1720'den 1735'te ölünceye dek Tekirdağ'da yaşamıştır. Mahiyetiyle birlikte yaşadığı 28 konuttan yalnızca mutfak olarak kullanılanı bugüne kalmıştır. Macar hükümeti tarafından restore edilmiş ve 1932'de müze olarak açılmıştır. Pek çok macar turist ağırlıyor. Görmeye değer.

Sefte: Trakyalıların 'ilk defa' anlamında kullandığı bir sözcük. Kırklareli'de Ülker Nine 'Edirne'ye sefte mi gidiyon yoksa ileride gitmiş miydin?' diye soruyordu. Sefte bismillah' olarak da kullanılıyor 'daha bismillah der demez' 'başlar başlamaz' manasında.

Şeyh Bedrettin Destanı: 1365 yılında bugün Yunanistan'da olan Simavna'da doğdu ve 1420 yılında yine sınırlarımız dışında bulunan Serez'de asılan Simavna kadısı oğlu Şeyh Bedrettin üzerine Nazım'ın yazdığı destan. Nazım bu uzun şiirinde Rumeli'de adını hatırlamadığı bir köydeki bir Bedreddini'yi ‘mavi gözlü, bakır sakallı' olarak tarif eder. Yine bu destanda Bedreddin'in yârin yanağından gayrı her şeyde her yerde hep beraber!' diyebilmek için mücadele eden müritleri arasında sakızlı bir rum gemici ve bir yahudi esnafı vardır. Bedreddiniler üzerine konuştuğum kişiler de yalnızca islamla sınırlı olmadığını Bulgaristan'da ve Yunanistan'da müslüman olmayan bedreddinilerin de olduğunu özellikle söylediler. Nazım'ın şiirinde bu kahramanları neden kullandığını da açıklıyor bu bilgiler.

Taliga: At arabası. At arabalarına böyle de deniyor.

Trakya ağzı: Trakya ağzı diye bir şey var mı, emin değilim. Varsa da çok gerilerde (Trakyalı gençler ve orta kuşak genel olarak oturmuş bir İstanbul Türkçesiyle konuşuyorlar) yahut köylerde kalmış ve çok yüzlü. Genel olarak cümle kuruluşlarında hint-avrupa dil grubunu andıran bir sıralamları olduğu, cümleyi özne yüklem tümleç şeklinde kurdukları söylenebilir. Hint-Avrupa dil grubuna uygun şekilde şimdiki zamandan çok geniş zamanı tercih ettikleri söylenebilir. Diyor, ediyor, yapıyor yerine der, eder, yapar demeyi tercih ediyorlar. '-ceğiz, -cağız' küçültme eklerini bütün nesneler için ve bol kullanıyorlar: 'elceğiz, gözceğiz, koyuncağız, orcağız burcağız' bu hem konuşanı daha sempatik kılıyor hem de konuşanın mekanla, bedeniyle, tabiatla, muhatabıyla arasındaki mesafeyi en aza indiriyor. Şarköy, Malkara, keşan'da ‘o'lar 'u'ya 'ö'ler 'ü'ye çalıyordu; çocuk çucuk, köy küy, öğretmen üretmen oluyor mesela ama Kırklareli'nde böyle bir şey duymadım. Pomaklarda 'i'ler 'ı'ya dönüyordu: ederdı, giderdı gibi. Kırklareli'de 'abe' yaygınken Tekirdağ tarafında daha çok 'be ya' deniyor 'yahu' manasında. Şarköy'ün Sağlamtaş beldesinde konuştuğum bir köylü 'geliye, gidiye, oluye' diyor, son vurguları yuvarlıyordu. Sonuç olarak, Trakya'da pek çok ağız var, kullanırken iyi bir alan araştırması yapılmalı ve dikkatli kullanılmalı.

Uzunköprü: Atalarına, cetlerine bu kadar düşkün bir milletin, lafa gelince mangalda kül bırakmayan yöneticilerin, atalardan hem de osmanlı'dan kalan eserlere bu kadar hoyrat davranabilmelerini insanın aklı almıyor.

Uzunköprü'nün 273 gözünden kaçı toprakla sıvanarak kör edilmişti, sayamadım. Uzunköprü toprağa batmış, üzeri betonla kaplanarak, orjinal haliyle oynanıp genişleterek trafiğe açılmış ve Osmanlı'nın bu rumeli topraklarındaki ilk en ihtiyar köprüsünden her gün binlerce ağır tonajlı araç geçiyor.
Şunu söylemek için açtım bu maddeyi:
Uzun köprü araç trafiğine kapatılsın, restore edilsin, üzerindeki beton kaplama kaldırılsın, yaya trafiğine açılsın, köprünün iki yanındaki şeritler düzenlensin ve yeşil alan olarak halka açılsın, Ergene suyu zehirlerden arındırılsın, yeniden maviye dönsün ve insanlar köprünün ayaklarında iki kadim dostun, Ergene'nin ve Uzunköprü'nün, birbirine karışan türküsünü dinleyebilsinler.

Üjbej: Bir Trakya ağzı klişesi. Bütün klişeler gibi tatsız ve sıradan.

Vize: Kırklareli ilçesi, Traklardan Ast kavminin başkenti. Antik dönemlerdeki adını (Bizye) koruyan bir yerleşim. Tarih kitaplarına göre aynı zamanda Trak izlerinin göründüğü son başkent. Vize'deki son Trak kralının M.S. 49'da öldürülmesinin ardında Trakya Romalılara ait Provincia Thracia adında bir eyalet olur. Şimdi ki şehrin yukarı kısımları Roma dönemine ait antik kent merkezinin üzerinde yer alıyor.

Yöre: Edirne'de çıkarılan aylık kültür dergisi. Trakya tarihi üzerine araştırmalar, sözlü tarih çalışmaları ve güncel sorunlar üzerine makalelerin yayınlandığı, benim de konuyu hazırlarken hayli yararlandığım bir dergi. Trakya'yla ilgilenenler için önemli bir kaynak.

Zakirt: Bektaşilerin cem ayinlerinde saz çalanlara verilen isim. Ayine başlarken ve bitirirken sazlarını üç kere öpüp alınlarına götürüyorlar.


Hazırlayan:
Bülent Kale
Atlas
Mayıs 2008

SİGARA İÇEMEZSİN!!!

2003 senesiydi
2003 senesiydi
Viski içti adamın biri
Sonra bir martini,
ya da üç,
belki de dört hatta
Bindi arabasına
Bastı gaza,satte seksendi ibre
Nalları dikti o gece
Üç kişiyi ezip geçti önce
Temizlediler kaza mahallini
Ama yasaklamadılar otomobilleri
Yasaklamadılar ne viskiyi ne cini

Yap aklına eseni
Ya da yap sana söyleneni
Burası hür insanlar ülkesi,
ama abartmayalım fazla
Yapabilirsin ne eserse aklına
Çarpabilirsin otomobilini, icabında
Ama 2003 te bir sigara içemezsin bir barda

2003 senesiydi
Hamburger yedi adamın biri
Sonra bir-iki tane daha yedi, her günkü gibi
Nihayetinde devrilip gitti
Kaldıramadı kimse o ağır bedeni
Milyonlarcası var onun gibi
Milyonlarcası ödüyor o bedeli
Uyarılar tekrarlandı
Ama yemek yasaklanmadı
Ne patates yasaklandı ne de iç yağı

Yap aklına eseni
Ya da yap sana söyleneni
Burası hür insanlar ülkesi,ama abartmayalım fazla
Yapabilirsin aklına eseni
Beselenebilirsin donmuş yağla
Ama 2003 te sigara içemezsin bir barda

2003 SENESİYDİ
Orduya katıldı adamın biri
Sonra savaşsın diye Irak a gönderildi
Çapraz ateşe yakalandı ne yazıkki
Sağ kolunu kaybetti
Ama yasaklamadılar kurşunları
Ve füzeli saldırıları

Evinin yolunu tuttu şimdi
Ona kim söylemek ister ki
Birayla birlikte sigara içmek yasak edildi

Yap aklına eseni
Ya da yap sana söyleneni
Burası hür insanlar ülkesi,
ama abartmayalım fazla
Yapabilirsin ne eserse aklına
Gidebilirsin savaşmaya hatta
Ama 2003 te sigara içemezsin bir barda

in 2003
söz müzik;joe jackson

HAYVANLAR ÖĞRETİYOR

Bilim adamları doğadan ilham alarak insanların sorunlarına çözümler arıyorlar.
Bu noktada pek çok hayvandan esinleniyorlar.

Örneğin çekirgelerden!
Milyonları aşan sürüler halinde dolaşan çekirgelerin trafik sorununun normal şartlarda insanlarınkinden çok daha büyük olması gerek.
Ama onlar hiçbir sorun yaşamıyor ve birbirlerine hiç çarpmadan topluca uçup gidiyorlar.
Çünkü elektriksel bir duyuya sahipler.
Üzerlerine gelen cisme önce elektronik sinyal gönderiyorlar. Bu sinyaller sayesinde diğer çekirgenin yerini tespit ediyor ve hemen kendi yönlerini değiştiriyorlar.
Çekirgelerin bu özelliği bilim adamlarına esin kaynağı olmuş.
Bir süredir birbirlerini algılayacak araçlar planlıyorlar.

Bilim adamlarının üzerinde çalıştıkları bir başka teknoloji ürünü ise sessiz uçaklar.
Doğada bunun da örneği var; baykuşlar.
Baykuşlar kanatlarındaki kıvrımlar sayesinde doğadaki en sessiz uçuşu gerçekleştirirler.
Bu kıvrımlar türbülanstan kaynaklanan gürültüyü kesiyorlar.
Kanatlarını yumuşak hale getiren ince tüyler ise uçuş sırasında tüylerin birbirine sürtünmesinden kaynaklanan sesi ortadan kaldırıyorlar.
Bilim adamları baykuşlardaki bu özelliği uçak kanatlarına uyarlamaya çalışıyorlar.

Doğadan esinlenerek geliştirilen teknolojik ürünlere bir başka örnek ise tavuskuşlarından.
Bilim adamları şimdi de tavuskuşlarının tüylerinden örnek alarak toksik olmayan ve yeniden kullanılabilir olup ışığın yansımasıyla renklenen levhalar üretiyorlar.
Örnek alınan özellik ise şu;
Tehlike anında savunma amacıyla kuyruklarında bulunan renkli tüyleri açan tavuskuşlarının bu tüyleri aslında kahverengi pigmentlerden oluşuyor. Ama tavuskuşunun tüylerinde bulunan keratin proteini güneş ışığını çeşitli şekillerde kırıp yansıttığı için kahverengi tüyler renk alıyor ve biz de bu tüyleri rengarenk algılıyoruz.
Ve bilim adamları da tavuskuşunun bu özelliğini trafik ve okul uyarı levhalarında ve bilgisayar ekranlarında kullanıyorlar...
Elif KIRAL
Genç Dergisi

YALNIZLIK BİRAZ DA;

Bugün ve yarın ve sonraki gün...
Afili Yalnizlik - Emre Aydin
Kahvaltı yapacaksınız bir başınıza ya da yanınızda birileriyle.
Arkadaşlar, aile bireyleri
ve belki eskimiş sevgilerinizin sahipleri olacak karşınızda.
Şeker karıştıracaksınız bardağınızda.
Gözünüz dalacak masanın üzerindeki ekmek kırıntısına...

Vapura bineceksiniz, otobüsten ineceksiniz.

Simit alacaksınız,
gazete sayfaları çevirecek,
fal bakacaksınız bilgisayarlarınızda...

Uzun sıkıntılar vermiş şeyleri bitiremiyor olmakla
her şeye yeniden başlayabileceğinizi
sanmak arasında bir fark olmadığını fark edeceksiniz.

Siz silmek isteseniz bile
hafızanın kalıcı mürekkebi yıpratmış olacak
kalbinizdeki ak parşomeni...

En olmadık anda geri tepecek hainlikler.

Anlayacaksınız;
hiçbir şey eskisi gibi olmayacak bir daha...

Çekip gitmek en güzeliymiş gibi gelecek
ama çekip gidemeyeceksiniz...

İşiniz,
alışkanlıklarınız,
derme çatma düzeniniz,
çocuklarınız,
toplumsal korkularınız;
hadi ataletiniz diyelim hepsine;
izin vermeyecek size!

Başkalarının felaketinde teselli bulacaksınız.

Onlar kadar alçalmadığınızı düşüneceksiniz.

Onlar kadar rezil, kepaze olmadığınızı.

Onlar kadar başarısız olmadığınızı...

Ortalama yaşamınıza sığınıcaksınız.

Hayatla ilgili onca fikri varken uygulamada sınıfta kalmış her bilgiç, başarısız insan gibi derin mutsuzluklar içinde sadece eleştirebilen bir taslak olarak kaldığınızı fark edeceksiniz belki bir gün...

Ya da...

Göze alacaksınız kendinizi.

Kendinden başka düşman yoktur çünkü.

Severken de
dövüşürken de
kendinden daha çok yaralayamaz hiç kimse ve hiçbir şey bir insan zihnini...

Verdiğiniz onca açığa ve gösterdiğiniz bütün zayıf noktalarınıza, içinizden çıkmış hainlerin topuğunuzdan vurulacağınızı bildiklerini bilmenize rağmen yola çıkacaksınız.

Sırtınızdaki bıçak kesiği soğumaya başladığında emin olun en çok o zaman acı duyacaksınız.

Ama bildiğiniz gibi iyileşecek yaranız.

Sokaklardan arabalar geçecek,
mevsimler dönüşecek,
yeni şarkılar söylenecek,
birileri ölecek,
birileri doğacak...

Ama en çok o zaman seveceksiniz kendinizi...

Hiçbirinin bir önemi olmadığını anladığınız anda...

Ne düşman sandıklarınızın
ne de aynı yanda olduğunuz savaşçıların
ne de sebeplerinizin yani...
O idrakin başlama noktasında bitecek telaşınız...

Siz de biliyorsunuz aslında...

Nedenleri, niçinleri, zayıfları, çürümüşleri...

Hepsini...

Hepsini...

(...)
Bilinmesin;
yalnızlık biraz da,
her şeyi bilmenin ta kendisidir.

Hasan Ali Toptaş
Yalnızlık adlı kitabından alıntı'dır.