bir noktadan sonsuz sayıda doğru geçer: İnsan haklarında küresel geriye gidiş

Pazar, Mayıs 25

İnsan haklarında küresel geriye gidiş

Susanna Zetterberg, 18 Nisan 2008 tarihinde, arkadaşlarıyla eğlendikten sonra, gece 4 :30 sıralarında Montmartre’daki evine dönmek için, yalnız olarak bir taksiye biner. Bir saat sonra cesedi Paris’in biraz dışındaki Chantilly ormanında bulunur. Taksi korsan, taksici daha önce tecavüz ve kanunsuz olarak taksicilik mesleğini icra etmek suçlarından mahkum edilmiş bir eski hükümlüdür. Kurbanının kredi kartıyla saat 6:00 sularında alışveriş yapar ve banka kamerasındaki görüntüden eski hükümlü Bruno Cholet tespit edilir, yakalanır.

7- 14 Mayis 2008 tarihli Paris-Match dergisinde İsveçli bir genç kızın, Paris’in hayat tarzı içerisinde, akılalmaz bir cinayete kurban gitmesi bu şekilde haber oldu. Bu haber, benzerleri arasından sıyrılıp, Sarkozy Hükümetinin adalet konusunda yapmış oldugu değişiklerin haklı oldugunu göstermek için kullanılmaya başlandı.

25 Subat 2008 tarihinde kanunlaşmış « güvenlik sebebiyle tutuklama» ve 10 Ağustos 2007 tarihinde yürürlüğe girmiş « suçta tekerrürle savaş » kanunları, daha kanun olmadan insan hakları örgütleri, akademisyenler, muhalefet partisi ve gençler tarafından çok eleştirilmişti. Geri adım atmaz tavrıyla, Adalet Bakanı Rachida Dati’nin ismi (üstte), fransızların sinizmi ile türlü türlü şekillere sokuldu.

Kendini insan haklarının savunucusu olarak nitelendiren Fransa’da, bu yasaların yürürlükte ve oldukları yerde kalmaları için, yaşanmış korkunç dramların boy boy gazetelerde yayınlanması, hükümetin ısrar etmesindeki haklı gururu da içinde barındırıyor.

Sarkozy hükümeti başa geldiginden beri, geleneklerine dokunulmasından hiç haz etmeyen fransız toplumunda, sansasyonel sayılabilecek köklü degişiklikler yapmaya çalışıyor. Bunların bazılarını, çıkan hiçbir sese aldırış etmeksizin yürürlüge koyup kendi çapında « başarılara » imza atarken, digerlerini bir daha adını dahi anmamak üzere rafa kaldırıyor. Türkiye’deki, halkın tepkisini çeken, ama bir taraftan da yapılması gerekli değişiklikler konusunda, zaman geçirip, « sular durulunca yasa geçirmek » geleneğinin dışında bir davranış sergiliyor. Birçok sebeple eleştiriye maruz kalan bu dönem fransız hükümeti, yapmayı kafasına koydugu degişiklikleri halkıyla neredeyse dövüşe dövüşe yapıyor, yapmamaya karar verdiklerini de yeniden halkın önüne çıkartmayıp, -işine geldiginde- « Sizi duydum » diyor.

Peki bu yasalar neyi düzenliyor ?

Suçta tekkerrürle savaş kanunu çok genel esaslarıyla, tekerrürle hüküm giymiş kişilerin sosyal ve hukuki bir takibe alınmalarını öngörüyor. Cezaları sırasında bu eğitimi kabul etmeyen hükümlüler, ne bir ceza indiriminden, ne de bir şartlı salıvermeden yararlanabiliyorlar. Cezasını bitirmiş hükümlünün özgürlüğüne karar veren infaz hakimi, mahkeme istemi dışında dahi olsa, söz konusu hükümlünün hapiste geçirdigi zaman içerisinde “tedavi olup olmadığına”/“iyileşip iyileşmedigine” dair bir araştırma istemeyi kendi inisyatifinde tutuyor.
Güvenlik sebebiyle tutukluluk yasası belli başlı suçlardan yargılanan kişiler için uygulanıyor. Küçüklere karşı işlenmiş suçlar, adam öldürme olayları, barbarlık eylemleri, tecavüz, adam kaçırma ve 15 sene ve daha fazla hapis cezasina mahkum olmuş kişilere uygulanacak bu kanun, ilk üzerinde durdugumuz kanundan çok daha fazla eleştiriye maruz kaldı. Kanuna göre, yukarıda sayılan suçlardan mahkum olanlar, cezalarının sonunda, mahkeme kararı ile, bir « tehlikelilik testine » sokulacaklar. Bu testin sonucunda « tehlikeli » addedilen kişiler, özgürlüklerine kavuşacak fakat yükümlülükleri devam edecek. Ne kadar oldugu kanunda öngörülmemiş bir süre için egitim görecek ve bir elektronik bilezik takacaklar. Bu yükümlülükleri yerine getirmedikleri takdirde, bir rehabilitasyon merkezine bir seneliğine kapatılacaklar. Bir sene sonunda yeniden test yapılacak ve ya artık « tehlikeli » olup olmadıklarına karar verilecek ya da “tehlikeli” bulunup yeniden bu merkeze kapatılacaklar. Bu eğitimler ve iyileştirme calışmaları içerisinde cinsel suçlular için, libidonun azaltılması amacıyla, tedavi altındaki –aslen cezasını çekmiş- hükümlünün vücuduna ilaç enjekte edilmesi dahi öngörülmüş.

Bu yasaların en anlaşılmaz tarafı « tehlikelilik » halinde kapatılma kararının kaç kez tekrar edilebilecegine dair birşey öngörülmemiş olması. Uluslararası hukukta üzerinde consensus saglanmış kavramlar zaten az iken, bu yasalarla bu consensusun tamamen dışında davranıldıgı göze carpıyor. Bugün Avrupa Birligi içerisinde Almanya’da da bulunan bu sistem, Fransa’da « toplumu korumak » mottosu ile pazarlanmaya çalışılıyor. Suçlularından onları rehabilite ediyormuş gibi yapan bir tavırla, kurtulmaya çalışan Fransa, diger Avrupa Birliği devletlerinin de bu konu üzerinde önemle durması için, Temmuz 2008-Aralık 2008 döneminde Avrupa Birliği başkanlığı süresi için öncelikleri arasına bu konuyu almış bile. Özellikle « adam kaçırma acil planı » olarak adlandırılan acil eylem planı Fransa’nın AB başkanlıgı döneminde gündemde ve tüm AB üye devletleri bu konuyu tartışacak.

Fransa’da hükümetin sahte bir hassasiyetle üzerinde durdugu konuların arkasında devamlı bir dramatik hikaye olması ilginç. Adam kaçırma konusundaki hassasiyet altı senedir Kolombiya’da FARC’ın elinde olan Ingrid Bethancourt’u; küçüklere işlenen suçlardaki hassasiyet, Avrupa genelinde her meydana geldiginde nefretle kınanan pedofil ve ensest olaylarını; tecavüz olaylarındaki hassasiyet, Susanna gibi birçok kurban kadının durumunu; halkın her kesiminde infiyale sebep olacak adam öldürme ve barbarlık eylemleri suçlarının işlenmesi konusundaki hassasiyet ise, hergün duyulan trajik olayları hatırlatıyor. Bir anlamda Fransa yaşadıklarından ders alıyor ve kanunlarla suçlulugu azaltmaya ve toplumunu korumaya calışıyor gibi görünebilir. Bu suçlarla mücadele kuşkusuz onurlu bir davranış. Fakat acaba mücadele yolunun, insan haklarının temel prensipleri içerisinde olması gerekmez mi? Bu kanunların savunucularının, ceza almış ve cezasını çekmiş kişinin, sadece hapiste kalarak sebep oldugu acıyı ödeyemeyeceğine dair inançları ve hatta insan haklarının “herhangi bir din gibi inanip inanmamakta özgür olundugunu” açıklamaları endişe verici degil mi? Bu cesaretli açıklamalar aslında, her türlü temel hak ve özgürlük tartışmasında söz sahibi olan Fransa’nın içindeki mentalite degişiminin örneklerini teşkil etmekte.

Günümüzde her toplumda görülen kavram karmaşasından payını ziyadesiyle almış ve almakta olan Fransa, trajik olayları kullanarak insan hakları ögretisini çarpıtmaya, kendi toplumunu korumak kandırmacasıyla hareket alanını genişletmeye ve kendisine yandaş aramaya başkanlıgı sırasında da devam edecek.

Belki bu tespitte geç bile kaldik: Halihazırda altı Avrupa Birliği ülkesi birbirlerinin sabıka dosyalarına ulaşabilmekteler. Hakimler yargıladıkları kişilerin başka bir Avrupa Birliği ülkesinde daha önce suç işleyip işlemedikleri bilgisine zaten sahipler...

Aslıhan Öztezel

www.yenisoz.net

2 yorum:

Adsız dedi ki...

11 Eylül ile ABD'nin polis devleti olma süreci yavaş yavaş tüm ülkelere yayılıyor. AB ülkeleri kişisel özgürlükler konusunda dünyanın en önde gelen ülkeleri fakat iktidar sahipleri tarafından istenen değişim, aynı tekniklerle buralarda da başlatıldı. Bu arada kendilerini de bu yeni adalet ve baskı sisteminin dışında-üstünde tutmayı da unutmuyorlar tabiki.

Adsız dedi ki...

Bana göre Fransızlar bu işi biliyor.Suçlulara insan hakları adı altında tölerans göstermek ne derece doğru.Bu bir yorum meselesi.
Eğer bir gün yaptırımların ağır olduğunu savunan biri insan hakları adı altında topluma salıverilen suçlulardan mağdur olsaydı eminim bu fikri değişirdi.Ama önemli olan potansiyel suçu azaltmak.Bizdeki gibi her dönem af çıkarıp caydırıcılığı azaltırsanız daha çok dramatik olaylarla karşılaşırsınız.Piyangonun kime çıkacağı belli olmaz.
Fransanın demokrasisini örnek alanlar bu yeni uygulamaları Türkiyedeki gibi sulandırarak değerlendiriyorlar.