Kadınlar hem erkek dünyasında yaşamakta, hem de bu dünyayı yadsıyan bir küre içine kapanmaktadırlar; ve tabii bu küreye kapanıp erkek dünyası tarafından da kuşatıldıktan sonra, hiçbir yere rahatça yerleşememektedirler.
Boyun eğişlerinin altında hep bir yadsıyış, yadsıyışlarının altında da hep bir kabullenme gizlidir; bu bakımdan, tutumları, genç kızınkine yakındır; ama bu tutumu sürdürmek çok daha zordur, çünkü yetişkin kadın yaşamını birtakım simgeler aracılığıyla düşlemekle yetinmeyip, yaşamak zorundadır.
Kadın, dünyanın bütünüyle erkek dünyası olduğunu kabul eder;
erkekler kurmuştur bu dünyayı, onlar yönetmektedir ve bugün dünyanın efendisi onlardır.., kendisine gelince, o bu dünyadan sorumlu değildir;
onun bağımlı, ikinci derecede bir varlık olduğu kabul edilmiştir zaten;
şiddet dersleri almamış, topluluğun öbür öğelerinin karşısına hiçbir zaman bir özne olarak çıkmamıştır;
etine, evine kapanmıştır;
kendini, bütün erek ve değerlerin yaratıcısı olan şu insan yüzlü tanrılara oranla, edilgin bir varlık gibi hissetmektedir.
Bu anlamda, onu "ömrünün sonuna dek çocuk" kalmaya mahkûm eden önyargıda doğru bir yan var demektir;
kendilerinden korkulmadığı sürece, işçilere, kara derili kölelere, sömürgelerdeki yerlilere de "koca çocuk" denmiştir;
bunun anlamı, sözü geçen insanların, başka insanların önerdiği doğrularla yasaları tartışmasız kabul ettikleriydi.
Kadının kısmetinde söz dinlemek saygı göstermek vardır.
Dünya, onun gözünde, içi görünmeyen, donuk bir varlıktır.
Nitekim, o maddeye boyun eğdirmesine izin verecek teknik bilgiler edinmemiştir;
ayrıca maddeyle değildir onun savaşı, yaşamladır....
Yaşamsa birtakım araçlarla zaptedilmez... Onun gizli yasalarına boyun eğmekten başka çare yoktur.
Dünya, Heidegger'in tanımıyla, insanın istemiyle güttüğü erekler arasındaki "araçlar toplamı" olarak gözükmez kadına...,
tam tersine, dikbaşlı, yenilmez bir direniştir o;
kadın için dünya, alınyazısının egemenliği altındadır, anlaşılmaz isteklerle doludur. Ananın karnında insanî biçimine dönüşen o kan çileğindeki gizi hiçbir matematik eşitliğe dökemezsiniz.
Gerçekliğin büyülü görünüşünü yansıtır bu dünya... İşlerin gidişi yazgısaldır, her an bir şey olabilir;
olabilecekle olanaksız'ı birbirinden ayıramaz, her önüne gelene kanmaya hazırdır;
bütün söylentilere açıktır, onları alır ve yoğurur, büyük korkulara kapılır;
yaşamının en dingin evrelerinde bile, kaygı içindedir;
böylece, edilgenliğe mahkûm kadın için gelecek, savaş, devrim, açlık, yoksulluk hayaletleriyle doludur;
eylemde bulunamadığı için, hep kaygılıdır.
Rahatsızlığının, kendi yakıştırdıklarından çok derin nedenlere dayandığını, bundan kurtulmak için müshil içmenin yetmeyeceğini bilmektedir. Onsuz ve ona karşı yetiştirildiği için,,, bütün dünyaya kızmaktadır. Genç kızlığından hattâ çocukluğundan beri, içinde bulunduğu duruma karşı çıkmaktadır; ilerde zararlarını çıkarırsın denmiş, talihini erkeğin eline bırakırsa değerinin yüz katına çıkacağı konusunda yeminler edilmiştir, ve O aldatılmış hissetmektedir kendini;
bütün erkek dünyasını suçlamaktadır;
hınç, bağımlılığın öbür yüzüdür;
insan elindekinin tümünü verdi mi, hiçbir zaman tam karşılığını alamaz.
Bununla birlikte, erkek dünyasını sayma ihtiyacındadır da; bu dünyayı tümüyle yadsırsa, kendini iyice tehlikede hissedecek, başının üstündeki çatı uçacaktır... O zaman, Manes'çiliği (mutlak iyilik'le mutlak kötülük ilkesine dayanan öğretiyi) benimser.
korkunç bir yıkımla daha az korkunç bir yıkım arasında;
şu andaki bir çıkarla gelecekteki daha büyük bir çıkar arasında seçme yapmak,
başarının ya da bozgunun ne olduğuna kendi başına karar vermek, müthiş tehlikelere atılmak demektir;
Manes'çi için, iyi tohum kötü tohumdan kesin olarak ayrıdır, kötü tohumu çıkarıp atmaktan başka yapacak iş yoktur;
toz kendi kendini yargılar, temizlikse pisliğin tersidir; temizlemek, çamuru ve pisliği kovmaktır.
Ama bu umutlar hep belirsiz bir geleceğe bağlıdır;
o arada, kötü, hiç durmadan iyi'yi kemirmektedir....
Simone de Beauvoir/İkinci Cins
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder