bir noktadan sonsuz sayıda doğru geçer: Marie Trintignant ve Öldüresiye Sevmek

Cumartesi, Ağustos 2

Marie Trintignant ve Öldüresiye Sevmek



Her aşkın sonu vardır.
Kimi murada erdirir, kimi kerevete çıkarır. Eğer murat kerevetse, sona da iyi denir.

Ama murat ilk günkü gibi sevmekse, mutlaka kötü sonuçlanır: Ya sevgi biter ya birliktelik.
Ve aşktan geriye bir yürek sızısı, bir hayalin yavaş yavaş silinen izi kalır.

Aslında aşk, hayat vermek için yaratılmıştır.
Ya da tersi: Yaratmak için hayatımıza katılır.
Ama kıvamında aşklar, ölçülü sevdalar yaratıcıdır ancak.
Ölçüsüz aşk da vardır oysa, iyi ki çok az rastlanan bir tür olup aşkın varoluş nedenine ihanetin ta kendisidir çünkü öldürücüdür.
Bilgelerin "Azı yarar, çoğu zarar" demeleri, sevda için de geçerlidir.

Marie Trintignant ile Bertrand Cantat'nın aşkları işte böyleydi. Mantıksız, ölçüsüz ve vahşi. Yanlış iki insandılar, yanlış yer, yanlış zaman ve yanlış çevrede tutuştular birbirlerine. Ama Marie ve Bertrand'ı "öldüresiye" bağlayan, tam da bu mantıksızlık, yersizlik, yanlışlık değil miydi?

Bir depremdi onların aşkları, 7 tokat şiddetindeydi, erkek kadını öldürünce, bitti. Diyeceksiniz ki ölen için biter de, öldüren için bitebilir mi böylesi bir aşk? Eğer öldüren, kendi can derdine düşerse bitiyor galiba...

Bir haftadır dünyanın gözü kulağı Vilnius'taki bir mahkeme salonunda. Noir Desir grubunun solisti Bertrand Cantat, Litvanya'nın başkentinde sinema oyuncusu Marie Trintignant'ın katili olarak yargılanıyor. 5 ile 15 yıl arası bir hapis cezasına çarptırılması olası. Ama 8 aydır tutuklu Cantat'nın, mahkemeden elini kolunu sallaya sallaya çıkması da ihtimal dahilinde. Yargıç Vladimir Sergevas duygusal bir depremin yıkıcılığını "hafifletici" ya da "artırıcı" nedenler konusunda karar vermek zorunda kalacak.

Ve aşkın sonu, tam da burada başlıyor çünkü Bertrand Cantat'nın Marie'nin ölüsü üstüne canlı canlı gömülmektense, hayatta kalmayı tercih ettiği anlaşıldı: Savunuyor kendisini ve kendisini savunmak, öldürdüğü Marie'yi suçlamak demek. Öyle de yaptı duruşmalarda. Ve ister istemez bir aşk hikayesini geriye doğru sarmak gerekti, mahkeme salonunda.


Marie Trintignant son derece güzel, duygusal ve ölçüsüz bir "aşk tanrıçası"ydı. Tuhaf yaşamı, özenle yarattığı dengesiz aşklardan, dengeli bir sevgi yumağı örmeye çalışmakla geçmişti.

Şöyle ki: Marie dört kez aşık olmuş, dört erkekle evlenmiş, her birinden bir aşk çocuğu doğurmuştu ve hiçbirinden vazgeçmiyordu. Tıpkı kendisini ve kardeşlerini yarattıktan sonra ayrılıp başka sevgililerin girip çıktığı hayatlarını, aynı çatı altında ve et tırnak gibi yaşayan annesi babası gibi ya da onları taklit ederek, eski eşlerinden ve çocuklarından oluşan bir aşiret kurmuştu kendisine.
Yeni eşleri ya da sevgilileri, bir kez girdiler mi aşirete, çıkamıyorlardı. Marie'yi sevmek demek, ünlü aktör babası Jean Louis Trintignant'ı, zaten tüm filmlerinde kızını başrolde oynatan annesi Nadine Trintignant'ı, tüm kardeşlerini, eski kocalarını ve eski kocalarından olan çocuklarını kabullenmek, sevmek ve birlikte yaşamak demekti.

Bertrand Cantat, Marie'ye vurulduğunda evliydi ve eşi Kristina Rady, bugün 3 yaşındaki oğluna hamileydi. Marie Trintignant "Gel!" dediğinde bir an bile tereddüt etmedi, hamile eşini ve doğmamış oğlunu terk edip Marie'nin evine yerleşti. Ancak kendi karısı ve çocuğunu bırakıp aşık olduğu kadının aşiretini kabullenmek herhalde kolay değildi. Vilnius'ta işlenen cinayetin sahnesinde, yine bu aşiret vardı: Bertrand'ın Vilnius'taki hayatı Marie'yi beklemekti. Eski kocalarından birinin prodüktörü olduğu, annesinin çektiği ve kendisinin ve kardeşinin oynadığı filmin platosundan dönecek Marie'yi beklemek. Ancak buluştuklarında birbirlerini dingin bir aşkla sevemiyor, sürekli kavga ediyorlardı. Cantat'nın ardında bıraktığı eşi ve çocuğu ile Marie'nin hiç ayrılmadığı eşleri ve çocukları, kıskançlık konusuydu.

İşte Marie'nin sonuncu gecesi olan o gece, Bertrand Cantat sevgilisinin kıskançlık krizi geçirerek üstüne saldırdığını, kendisinin de dört tokat attığını, ancak öldürücü olduğunu fark etmediğini söyledi mahkemede. Marie'nin düzenli uyuşturucu kullandığını da ekledi. Tabii soğukkanlı değildi, ona ne kadar aşık olduğunu söyleyerek anlattı bunları. Ama can derdine düştüğü ve işlediği cinayetten ne kadar pişmanlık duysa da, kendisini kurtarmak istediği açıktı.

Çünkü...;
Marie Trintignant dört değil, yedi darbeyle öldürüldü. Üstelik, Cantat komaya giren genç kadına yardım çağırmak yerine, kardeşini çağırmış, iki saatlik bir tartışmaya girmiş, Marie'nin hayatını kurtaracak iki saati, attığı tokatları mazur göstermek için konuşarak geçirmişti.
Vilnius'taki mahkemede yalnız Cantat yargılanmıyor, iki medyatik topluluk çarpışıyor: Müzik ve sinema dünyasından Cantat'nın ailesi ve fanatikleriyle, Trintignant aşireti.
Bu davayla ünlerine ün katmak için yanıp tutuşan iki şöhretli avukatın boy ölçüşmeleri de cabası. Eski eşi Kristina, Cantat'yı yalnız bırakmadı, onun lehine tanıklık yaptı.
Oysa mahkeme, Marie'nin eski eşlerine söz hakkı tanımadı.
Trintignant aşireti, Cantat'yı daha önce de kadınları döven vahşi bir yaratık;
Cantat taraftarları ise Marie'yi dengesiz bir histerik olarak göstermeye çalışıyor.
Ama Marie artık yaşamıyor ve kendisini savunamıyor,,,,
sevdiği adamın nasıl katil olabildiğini anlatamıyor.....

Mine G.KIRIKKANAT
21.04.2004

Hiç yorum yok: